yitikadres
17 Şubat 2020 Pazartesi
Bana Tanrı'nın Çizimlerini Göster
bir portaldan sızıyorum
ana rahmi denilen yerden
nasıl bir sancı bıraktığını, asıl hissettirdiğini
ya da bu ekinin bu daracık yerden nasıl baş verdiğini
bilmiyorum
artık kaç şiirde kendi doğumumu yazdığımı,
yeniden doğuyorum diye kendimi betimlememe rağmen
asla bu hayatı yaşayıp ya da
yeniden doğmayı hak edecek beceriyi kazanıp
kazan(a)madığımı bilmiyorum.
kaç kelime kaç kelimeyi doğuruyor
hangi noktalama işareti nereye
yerleşiyor
hangi kuytulara sürtünüyor
ve hangi diyarlara gidip geliyor
hızla
ya
da
yavaş bilmiyorum.
neyi biliyorum?
hangi özlü sözü bir şiirden alıntı diye yutturuyorum
hangi tınıda fısıldıyorum hırlayarak
ya
da
ç a ğ ı l d a yarak.
vücudumun neresi kaç kilo geliyor ve bunun toplamı
ruhumun kilosu ediyor mu
bana katmanlarını göster bu bilmecenin
nerden nereye doğru süzülmem gerek
resmimin üzerine bıyık mı çizilmesi gerek
ya da sorduğum soru
ferrarisini satan bilge tarafından mı
yanıtlanması gerek
söyleyin
bana milyonlarca cevap verin
karışmış ırkların içinden geçin
bu hiyerarşiye son verin
kanı emilmiş yaratıkları piyasadan çekin
dilediğinizi yapın
dilediğiniz şiiri yazıp ona buna sallayın
bu şiiri bir yerde basın ya da basmayın
ama benim soramadığım sorunun cevabını bana verin.
(-şiirin insan bedeninde şahlanması-)
bana Tanrı’nın çizimlerini göster
belindeki oyuk, sana verilen bir damga mı
bu nasıl bir insan olduğunu gösterir
seni çekici kılar mı
bana çizimlerini göster Tanrı’nın
sana verilen damga mı belindeki oyuk
bir insan olduğunu gösterir mi bu, nasıl
çekici seni kılar mı
kelimelerin yerini değiştirmem
bu şiirin asıl anlamını bozar mı sandın
-
acılar
Tanrı’nın bahşettiği çizimleri bu
yer yüzünden siler mi
*(bu yeryüzünden)
*(bu yer, yüzünden)
28 Haziran 2019 Cuma
KOĞUŞ 23-A (Münteha Fanzin 2016)
Yan odamda geldiği günden beri kendini derin
dondurucu sanan bir kadın var. Saçları
ak, gözleri donuk, dişleri şeffaf. Bu kadının adını burada kimse bilmiyor,
belki de kendisi bile bilmiyordur. Hastanenin emektarlarından duyduğuma göre
normal bir evliliği ve hatta çocuğu varmış. Kendini yazmaya adamış bir kadınmış
ama kocası ne kadar diretse de bir kez olsun yazdıklarını göstermemiş. Yıllar
geçtikçe meraklı koca bir gün yazdığı defterlerden birini karıştırmış. Okuduğu
şey sayfalarca “Ruhum bir insan bedenine
ait olmamalı.” cümlesiymiş. Bu kadın burada
günün 15 saati üzerine üç beden büyük kıyafetlerinin ceplerinde
dondurulmuş yiyecek taşıyor. Bir de ceplerinde taşıdıklarını diğerlerine
gösterip; bakın derin dondurucuyum işte, çeşit çeşit bakliyat, kurutulup
şoklanmış sebze barındırıyorum içimde, diyor. Oradakiler de akşam üzerine kadar
inanıyor. Neden sorusunun cevabını o kadar çok düşündüm ki ve şöyle bir kanıya
vardım; çünkü yiyecekler çözünüp kıyafetlerini ıslatmaya başlıyor. Bu kadın her
gece neden, hani derin dondurucuydun bak yiyeceklerin eriyor sorularına maruz
kalıyor. Ama işin tuhaf yanı herkes aynı sahnelere ve aynı sorulara aynı
cevapları almaktan bıkmıyor, geldikleri günden beri bu deli saçması oyunu
oynuyor. Hepsi saat tam 12'de resetlenip, gün içerisinde yaptığı konuşmaları
unutup ertesi güne ağız dolusu heyecanla tekrardan başlıyor. Ben kim miyim?
Diğerleri gibi kendi kendine konuşan bir dilim yok. Ben suskunum ve fazla soğukkanlı
olduğum için buradayım. Çevremdeki insanların “duygularını aldırmışsın sen”
diye beni gereken yerlere şikayet edilmesi üzerine hal ve hareketlerim
izlenmiş, belli kişiler tarafından onaylanmış ve bu yere yerleştirilmiştim.
Dışarıdakileri bizden korudukları için bu akıl hastanesindeydik. Ki buraya akıl
hastanesi denilmesi burada yaşamayan insanların daha deli olduğunu kanıtlamaz
mı?
Bir gün odamı
şaşırıp Derin Dondurucu'nun odasına girdim ve yatakta değil de yerde
yiyecekleri etrafına sarmış -bazısını da sarmalamış- bir vaziyette gördüğümde
neden binanın üç kat altındaki odada bulunduğunu anladım. Ben soğukkanlıyım,
üşümez bahanesi ile zoraki yerleştirilmiştim. Ama o özel istek üzerine, onca
oda varken bitişiğime yerleşmişti. Yerde yatıyor olduğunu gördükten sonra kafamdaki
birçok soru işareti yok oldu; yerde yattığı için sürekli hastaydı ve bu yüzden
motorum bozuk diyordu. Yukarı katlar sıcak olduğundan ve yiyecekler eridiğinden
su sızdırıyorum diyor. Tanrım! Böylesine her şeyi detaylı düşünen bir varlığa
nasıl olur da "deli" tanısı konur? Bu insanın yaşamı mı yoksa ölümü
mü onun için bir ödül olur?
27.04.2016
23-A servisinden Derin
Dondurucu, soğukkanlı tanısı koyduğumuz T.A tarafından 26 Nisan gecesi mutfakta
bulunan derin dondurucunun kabloları sökülüp, vücuduna verilen aşırı elektrik
sebebi ile hayatına son verildi.
Otopsi incelemesinde
sırtına Soğukkanlı'nın el yazısı ile "artık fişini çekme zamanı" notu
bulundu.
20 Nisan 2019 Cumartesi
DEPRESİF EPİZOT
bileniyorum
bir sanrıyla,
dizlerine
doğru uzanan ve eteğinden süzülen ırmağın
kirletilmiş
sularında arınmak için
çırpınıyorum,
yüzme nedir bilmeden.
içimin
kuytusunda sönmeyen bir alaz durmadan körükleniyor
doğamıyorum
yeniden,
ve tüketiliyorum,
tüm haklarım sende saklıyken bile
yitiyorum.
son kullanım
tarihimi geçiriyorlar, kasıtlı,
uyluklarımdan
sarkıyorum yeryüzüne.
sana sunulan
vaatlerden ve düşük bütçeli işlerden
kopar beni,
hırpala
ben hor
görülmeyi seviyorum artık.
sakın seveme
beni, sorgula
ancak boynundan
çenene uzanan sıcaklıkta tedavi et bu ruhumu
beni kutsa,
Meryem’in
şalından devşirme bir şeyler fısılda kulağıma
ama duyama, sen
et beni
ama eyleme.
ellerimi
yarat bastığın topraktan
tutmayı
düşünme lakin.
şu yaşımda
olayım, kocamış olayım ama
emeklemeyi
bilmeyeyim
açlığımda
tek bir
meme
kelimesi çıkamasın ağzımdan ki
doyumsuz bir
çocuk olmuş olayım kucağında
ve
mırıldandığın ninnilerle beraber
aforoz et
beni taşıdığın bu kucaktan.
seni tanrı
ile eş görmem dışlasın tüm toplumdan beni
soyutlanayım
kendimden bile, tek bir kelime etme hakkı verilmesin ki
boğulayım
canlı canlı, ellerin tarafından
günahlarımdan
arındırmaya çalış beni
ihtiyacım
olan bu.
Beni kurtar kasvetli hallerimden;
Depresyon:
ağır bir
depresyonun intihar süsü verilmeye çalışılmış
olur olmadık
yerlerinden kanıyorum
kelimeleri
kazıdığım bedenime bakıyorum,
sen ise
delirdiğimi düşünüyorsun
yalanlar
uydurduğumu
yeni
hastalık isimleri bulup bunu kendime yedirdiğimi,
inkar etsem
de bunu sen diyorsun diye kabulleniyorum
ve bedenime
kazıdığım kelimeler yok oluyor sözgelimi.
benliğimi kaybediyorum,
kim olduğumu
hatırlayamıyorum çoğu kez
ruhum dirense
bile
bol unutmalı
senaryolar yaşıyorum.
vurgulu
kelimelerin tınısını ezberleyebiliyorum sadece
dudakların birleştiği
ya da
dilde
titreyen harfleri barındırıyor
depresyon
gibi.
Yitiklik:
güçlü
olduğuma dair birçok kelime kuruyorum gün aşırı
işe
yaramadığını bildiğim halde, doğumdan olgunluk evresine kadar
içime bu
gücü yerleştirmeyi kabul etmeye çalışıyorum,
kuşkusuz.
varlığımı
belirleyen kelimeleri peşi sıra söylüyorum
bedenimde
yitmemek adına ama
yitiyorum
kurtar.
Kimlik Bunalımı:
neyim
ben
kimim
neciyim
kimlerdenim
Varoluş:
bu dünyada
sen var et beni
hiçbir ana doğurmaz çünkü
böyle bir hatayı.
7 Ağustos 2018 Salı
İsa'nın Dirilişi- Sidney Lanier / Çeviri
Bazı sabahlar nehrin
kıyısında bekleyen gün ışığını
Erken uğramış bir
sonbahar uzun çimenleri dalgalandırır durduğu yerde,
Bozkırın havzasında
titrer hafif bir rüzgâr
Ve sanki bir mezar
boyunca esmiş gibi, uğuldar.
Ve sonra ben duraksayıp
bu uğultuyu dinlerim.
Bilindik bir akıntıya
yabancı gözlerle bakarım.
Ölüm tarafından
fısıldanan vahşi doğum çığlıklarını duyunca
Rüyaya daldığını
sanan insanları, ben biliyorum.
Ardından su
zambakları yükselir yavaşça
Bildiğim hayatın
bucaksız yüzü,
Değişti, mucizeler ve
hayretle,
Bir zamanlar, kar ile
perdahlanmış ateş içinde yanan gözlerle doldu artık.
Makul şimdi, kaşları
eski Acı ile hemen kırışmış,
Durgun ağzı huzur ve
dermanı için bekliyordu.
Tövbe serpiştirilmiş
küllerin saflığı,
Uysal bir çiçek başı
gibi sarkıyordu, bükük.
Acımasız savaşın eski
yaraları yok oldu;
Ve Duyu’nun boğuştuğu
tüm o mavi çürükler gitti
Kırmızı lekelerin tüm
üzücü kırıntıları savruldu,
Ve sönük kızarıklık
bir yüreğin çalınmasına adandı.
Başkalaşmış
durumların engin evhamı hâlâ
Gizli günahlar veya
kıyamet tarafından görülmemiş,
Geriye kalan, artık
su canlılarının arasında bekle,
Dayan, şurada
parıldayan nilüfer çiçeklerinin yamacında.
On sekiz yüzyıl
boyunca nehrin kıyısında,
Ve dalgalanan bir
imparatorluğun fırtınalı zamanında
--Bırak rüzgârlar
bozkırdan uzanıp uğuldasın tenime,
Mecbur muyum tüm
bunlara, ben, Mesih, mezarıma ulaşmak için.
Sidney Lanier
(Çeviren: Aleyna Özden)
21 Mayıs 2018 Pazartesi
RÜYA HAFTASI - Carol Ann Duffy / Çeviri
Bu gece değil,
rüyanın içindeyim
Bala bulanmış
karanlığın kalbinde
Tavan arasında,
kayığın içindeki bir yatakta.
Büyük yaşlı ağaçların
ve rüzgârın olduğu
Parkın kenarındaki ev;
Gıcırdıyor Nuh’un
gemisi gibi.
Yarın değil,
düşlüyorum
Alacakaranlık şafağa dönene
kadar,
En, anlamsız, mehtap,
biçilmiş, bunalım
Okunmamış bir kitap
açık ellerimde,
Asla uçamamış bir kuş
misali… dalgın
Telefonda kuş
cıvıltıları.
Ertesi akşam değil,
rüyanın kalbindeyim
Ayın yakamozunda,
Yatağın bir sayfası
uykunun ilk harfi
Loş bir oda, yağmur
çatıda,
Hepsi sana kafiyeli
Bir şiirin ruhuna yazılmış
kelimeler gibi.
Ondan sonraki gece de
değil, rüyadayım
Yıldızlar yüzünde
mavi olana dek
Yıllanmış ışıklarını
yansıtıyor
Uzayın mürekkebi ile,
Avlular dolusu, siyah
ipek gece
Uykulu yüzümü
örtüyor.
Ertesi akşam da
değil, rüyanın içindeyim
Sahtekar gece
yarısının kolunda
Başka biri tarafından
esir bir sevdalı
Felaketten yoksun,
bir çocuk gibi
Annesi tarafından
sakinleştirilmiş, nazik ve içten,
Bir efsundan on iki
altın uzak.
O gece de değil,
düşlüyorum
Kızgın kumlar iç
çekiyor
Akıntılar gelip
gidene dek.
Balinanın yalnız
şarkısı
Dalgalara çentik
atıyor
Islak geceler boyunca.
Son gece de değil, rüyanın
kalbindeyim
Tekleyen saatin
Örtünün, kapalı gözlerin altında
Tüm renkler siyaha soluyor şimdi
Son gecenin gün ışığı aceleyle
batıyor
Göz kamaştırıcı karanlıkla
kavuşmak için.
Carol Ann Duffy
(Çeviren: Aleyna Özden)
14 Haziran 2017 Çarşamba
EĞER BENİ UNUTURSAN - PABLO NERUDA /ÇEVİRİ
Bilmeni istediğim
Bir şey var.
Biliyorsun nasıl olduğunu:
Kristal aya, uzun süren güzün
Penceremdeki kızıl dalına
Baktığımda,
Kütüğün buruşuk bedeninden
Yayılan ateşin
Sımsıcak küllerine
Dokunduğumda,
Sanki var olan her şey
Kokular, ışıltı, metaller
Her şey taşıyor beni
Yüzen küçük kayıklarla
Senin bekleyen adana doğru.
Pekâlâ,
Beni sevmeyi unutursan
Ben de seni sevmeyi unutmalıyım azar azar.
Eğer birden
Unutursan
Arama o an beni
Çünkü unutmuş olurum çoktan.
Eğer hasretle ve delice düşünüyorsan,
Sancakların rüzgarını
Hayatımdan neler gelip geçti,
Karar ver
Beni bu kıyıda
Kalbimin gömülü, köklerimin derinde olduğu yerde,
Bırakmaya niyetliysen
Anımsa
O gün,
O saatte,
Kaldıracağım kollarımı
Ve köklerim yeni bir toprak aramaya
Gidecek uzaklara.
Fakat
Eğer her gün,
Her saat,
Benim yazgım olduğunu hissedersen
Bulunmaz bir aşkla,
Her gün beni aramak için
Yükselirse bir çiçek dudaklarına,
Ah sevdiğim, ah benliğim,
Tüm bu yangınlar bana hep tekrarlanır,
Hiçbir şey sönmüş ya da unutulmuş gelmez,
Sevgim beslenir seninle, sevdiğim
Ve yaşadığın müddetçe, kollarında olacak
Terk etmeden benimkileri.
Pablo
Neruda
(Çeviren: Aleyna Özden)
12 Ekim 2016 Çarşamba
Her Ses
Uzun süredir duygularımı bastırıp yazmadığımı fark
ettim. Bir önceki cümlemi bitirene kadar bütün duygularım kumlu fırtına gibi
vücudumun her yerini kesik kesik acıttı. Bazen her şey ters gider hayatta sonra
ardı arkası kesilmez, olacak başka bir şey kalmadı denilir ama sonra hayat
bıyık altından sinsice bir gülüş atıp daha nicelerini koyar önümüze. Bu
yaşamımızın kaçınılmaz sonsuz döngüsüdür. Her yerde gülüşünün ardında hüzünler
barındıran insanlar, aklı kadar gönlü de karışık nice depresif gençler... Sahi
neydi gülmek?
Her insanın kaderi farklı yazılmış deniyor ama hiç bunca insanın bir gün ortak yaşayacağı şeylerden bahsedilmiyor. Bir gün herkes birini kaybedip yokluğuna alışamayacak, bir gün herkes aynı kitabı okuyup aynı anda kahvesini bitirecek, her anne aynı anda çamaşır asacak. Babalar bir gün kafayı çekmiş bir şekilde eve gelip çocuklarını kendinden soğutup gözleri yaşlı uyumasını sağlayacak. Ve bir gün herkes saçlarını kesecek. Bu olaylar kimle aynı anda denk geldi diye asla bilemeyeceğiz tabii. Belki yaşlı biri ile denk gelecek yaptıklarımız ya da bir yumurcak... Yaptıklarımızın denk geldiği insanlardan ayrı ama onların görüntüsü üzerine felsefe yaparak senelerimizi geçireceğiz.
Sonra bir gün bazı şeyler farklı yerlerde,farklı şekilde hatırınıza düşecek; Duvarlar üzerinize üzerinize geldiğinde anlayacaksınız hayatınızda bazı şeylerin eksildiğini. Bir yazının sonuna gelip sizi tatmin etmediğinde çıldıracaksınız. Yemek yaparken uzaklara dalıp yanık kokusunu duyduğunuzda telaşlanacaksınız. Çocuğunuz sevdiği kişiyi size anlatırken maziye gidip onun yaşındaki heyecanınızın elinden tutacaksınız.Yağmura yakalandığınızda teninizde bıraktığı sıcaklık ile sevdiğinizin sıcaklığını karşılaştıracaksınız. Birinin gözyaşlarını parmak uçlarınız ile tedavi edeceksiniz...
Ben bugün gözleri ben gibi bakan biri ile denk geldim. Denk geldim gelmesine ama üzüntülerimi, deli dolu hislerimi bir başıma yaşadım. Tek ortak noktamız belirli zamanlarda planlı olarak birbirimize bakıyor olmamızdı. En iyi ezberlediğim yeriydi gözleri; olabildiğine yeşil ve göz bebeklerinin altında minik tatlı kahverengilikler. Ömrüm boyunca görüp görebileceğim ve hatta hayal edebileceğim tüm gözlerin zirvesinde durmuş bana bakıyordu. Bakıyordu... Dedim ya sadece bir zaman denk gelebileceğiz, sonra derin yaralar kalacak aklımızda. Ve hatta bir daha tesadüfen, milyonda bir kelimesini yenip denk geldiğinde eskisi gibi bakıyor olmayacak o gözler.
Ve sonra her dil aynı cümleyi söyleyecek; Ağzıma kadar tıka basa sana olan özlemimle geldim ama şimdi ceset kokusu yayılıyor içimden.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)